Yaşayan Türkçe

durmak


  • fiil Hareketsiz durumda olmak.

    • Bütün gün bilgisayarın başında heykel gibi duruyor, bir taraflarının tutulması normal!
    • Nemli hava bana dokunuyor, dizlerimin ağrısından duramıyorum.

  • fiil İşlevini yapmamak, çalışmamak.


  • fiil Oyalanmak, eğleşmek.


  • fiil Kesilmek, dinmek.

    • Kara kışta karlar, martta yağmaz, nisanda durmazsa değme çiftçinin keyfine. (Atasözü)

  • fiil Varlığını devam ettirmek.


  • fiil Var olmak, bulunmak.


  • fiil Ayakta beklemek, dikilmek.

    • Kulübün kapısında duran fedailere, vakarlılıklarından ödün vermemeleri tembihlenmişti.
    • Tahtın gerisinde duran katana gibi iki esmer köle, durmaksızın imparatoriçeyi yelpazeliyordu.
    • Kürsünün yanında duran başdanışman, reis bey duraksadığında sufle veriyordu.

  • fiil Sağ olmak, yaşamak.


  • fiil Bir mal, eşya vb.nin mülkiyetini elinde bulundurmak.


  • fiil Vakit geçirmek, kalmak.


  • fiil Bulunmak, olmak.

    • Ateşle barut bir yerde durmaz (olmaz). (Atasözü)

  • fiil Bir durumda, görevde bulunmak.


  • fiil Yeniden başlamak üzere bir işi bir süreliğine bırakmak, ara vermek.


  • fiil Üstüne düşmek, ilgilenmek.


  • yardımcı fiil Kök veya gövdeleri sonuna -a (-e) zarf-fiil eki almış fiillere gelerek süreklilik bildiren birleşik fiiller oluşturmak (yiyedurmak, bakadurmak gibi).


  • yardımcı fiil Bazı fiillerden sonra kullanıldığında süreklilik bildirmek.

    • Kütüphanesindeki kitapların, en yakın dostları olduğunu söyler durur.
    • Levhayı görmedin mi, kapı sağa doğru açılıyor, çekiştirip durma!
    • Saatlerce mızırdandı durdu sonra yorulmuş olacak ki oracıkta uyuyakaldı.

70