Yaşayan Türkçe

yaşamak


  • fiil Canlılığını, hayatını sürdürmek.

    • Taraflı tarafsız, herkesin uyum içinde yaşadığı bir ülke hayal ediyoruz.
    • Bu trajedi, gafilane yaşayıp umarsızlığa mahkûm edilen bir güruhun mukadderatıydı.

  • fiil Hayatta olmak.


  • fiil Varlığını sürdürmek.

    • Terliksi, tek hücreli bir canlı olup suda yaşar.

  • fiil İkamet etmek, oturmak.

    • Bölgede yaşayan yerlilerin inanışları, kadercilik ve panteizminden izler taşıyor.

  • fiil Geçinmek.


  • fiil Belirli bir durumda bulunmak.


  • fiil Tecrübe etmek, tanık olmak.

    • Çok yaşayan (okuyan) bilmez, çok gezen bilir. (Atasözü)
    • Yaşadığım dilemmadan kaçış olmadığını, bana dayatılan seçeneklerden birini tercih etmem gerektiğinde anlamıştım.

  • fiil Devam etmek, sürmek.


  • fiil Hoşça vakit geçirmek, sefa sürmek.


  • fiil İşleri yolunda olmak, keyiflenmek.


  • fiil Bir durumu yaşar gibi olmak, onunla özdeşleşmek, hissetmek.


58